Ahmet Kaya’nın Şafak Türküsü ile başlayan eylül yaprakları o türkünün mirasçılarının şafağı göremeden mapusluğa düşmeleri ile kapanmak üzere.
Ülkeyi göbeğinden ikiye ayırdığını düşündüğümüz bir referandumun göbeklenerek sonuçlanması, Tophane’deki sanat sevicilerinin dondurulmuş portakal manyağı yapılması, kırk yıllık bir örgütün ipe sapa gelmez gerekçelerle kulak, prömiyerini Selimiye Kışlasına göndermek istediği başarısız havan topu talimiyle açan bir hücre örgütünün boynuz sayılması aklıma ilk gelenler. Bence bu konular hakkında konuşmamız gereken şeyler var.
Bu konular üzerine hatırlayağın gibi dört kisi maillasirken bölünme yaşadık. Ben artık yatıp kalkıp iki solcu neden yanyana gelemez sorunsalını düşünmek ve tartışmak istiyorum.
o değilde sp’nin mail grubunda trajikomik bir hadise var. kürşat ve olcay mkp basın açıklamasından dolayı 2 partili ile birlikte cezaevine girecekler yakın zamanda,kararı alınmış,dönüşü de yok. çaresizlikten mail grubuna her giren, gelip geçen kim varsa mesaj yolluyor geçmiş olsun minvalinde.göz göre göre hapse giriyorlar yav, acayip canım sıkıldı. öte yandan da içine düştükleri durum komik de. kürşat’ın bir işide normal gitmez mi, hiç mi dikiş tutturamaz bi insan.
son üç günlük yaşananlar, dayanışma mesajları da gösteriyor ki yeni bir birlik kapımızda ey eskikurtuluşçular.
tophane vakasını ilk duyduğumda oh olsun demiştim, işin planlı yapıldığını duyduğumdaysa bi nebze olsun esnedim, ancak o kadar.
Birleşip ayrılmak kurtuluş’un önemli bir dinamiği haline geldi. Birleşme ile bir motivasyon yaratılıyor. Onun havası geçince bu sefer ayrılık çanları bir süre herkesi oyalıyor. Burdan birlik karşıtı olduğum sonucu çıkmasın ama ne olduğunu belirleyemediğimiz(lutfen yapı deme) meseleyi çözmeden yaptığımız birlikler ise uzun sürmüyor.
ben bu sorunlar tartışılırken bölünme yaşadığımızı düşünmüyorum sadece birbirimiz anlayamadığımızı düşünüyorum… zaten de kişiler olarak kendi fikirlerimizi tam olarak oturtamadığımız konularda tartışıyoruz. haliyle tartışma argümanları ortadan kalkıyor yerine tavır, kişisel özellikler-yakınlıklar, birbirini tanıma-tanımama gibi durumlar tayin edici oluyor. zaten püripak nesnel argümanlar üzerine de tartışma mümkün olamayacağı için tartışmalar büyük oranda o anki havaya ve argümanlar dışındaki şeylere bağlanıyor.
Bölünme/bileşme konusunda ise artık her ekibin birbirinden farklı yaşamsal durumları olduğunu kabul etmek lazım. bu farklı koşullarda oluşan gruplar-kümeler-hizipler hiç bir zaman birbiri ile düzgün anlaşamayacak. bu kabulle yola devam etmek gerekir gibi. İş bu gurupların birbiri ile olan ilişkisine bir kıstas getirebilmekte. Mesela antalyalılar anlasın artık samsun apayrı bir dünya ve ne samsun ne de antalya birgün diğer tarafı kendisine benzetebilir ya da diğer tarafa hükmedebilir.
mesela sol içi şiddeti ele alalım… “şiddet ne kadar kötü, sosyalist bireye ve aslında insana da uygun bir davranış değil” demek yerine; evet arkadaşlar tıpkı dünyadaki diğer insanlar gibi bizler de özellikle kendimizi güçlü hissettiğimizde saldıran canlılarız diyelim ön kabul olarak. Bilince çıkartmamız gereken şey şu olmalı ‘diğer tarafa istediğim kadar saldırayım hem kendim zarar göreceğim hem de onu bitiremeyeceğim’ bu sebeple diğer tarafla bir anlaşma yapayım bari de bi daha kafa göz yardırmayalım vb. vb.
bu tip anlaşmalar makul olabilir bence tıpkı feodal avrupa gibi. pata kalan devletcikler gibi. demokrasi de böyle ele alınmalı birbirimiz anlayamıyoruz; ama birbirimize tahammül etsek daha iyi olacak yoksa çok yorucu bir süreç yaşarız diyebilmek lazım. Yani ideal insan aramaya çalışmaktan, “yeni insan yaratmak ,yeni kültür yaratmak” gibi totaliter söylemlerden vaz gecelim derim ilk adım olarak. yani ego’nun id üzerindeki hakimiyeti nasıl ‘enerji ekonomisi’ kaynaklıysa biz de enerji ekonomisi kaynaklı bir örgütsel ‘ego’ geliştirelim. arıza hep orada içimizde ama onu idare etmenin yolu olmalı…
bence bu birleşme-bölünme durumlarına ilişkin antalyalıların istatistiki bir yaklaşımı var. her birleşme-bölünme sürecinde kökeni samsundan yığınla insan örgütsel hayatın dışına çıkıyor. ayrıca samsun, antalya ve benzerlerine göre daha large bir “yapıda”.haliyle örgütlenip büyümesi zor olan bir yer, sdk’lılar da öyleydi hatırlarsınız, bi kaç gençle durumu idare eden kırk yaş üstü entelektül taraftılar. antalyalıların tespitine göre üç vakte(bölünme-birleşme süreçleri) kadar samsunlu kalmayacak, haliyle ibo’nun tahammül sorunu da ortadan kalkmış olacak. bence birbirlerini böyle anlıyorlar:))
yahu kürşat gerçeği tüm açıklığı ile ortada… kürşatı dahi siyasetten soğutamamış bir antalya, bencileyin izmirlilerin dışında kalmış bir elemanı dahi siyasetin tam olarak dışına atamamış bir antalya, samsunu zor bitirir. nereye bitiriyo tavuk mu bitiriyo 😛
sdk belki de ‘genc liseli cart curt ugrasmayalım ne de olsa birleşirsek sayım yapılmıcak, tasfiye olursa da gencler olur zaten’ diye düşünmüştür…
tam tersine, bana kalırsa antalya antalyayı dahi yönetemiyordur, hatta en güncel örnek işte antalya kökenli ankaralılar odtülü genclere dahi diş geciremedi, akıllarınca tüm gencliği kendilerine bağlı sayıyorlardı. halbuki odtülüleri izaya sokmaya çalıştıklarında kendilerinin de zarar göreceği fikrine sahip olsalardı en azından bugün il binasının parası nasıl ödencek diye kara kara düşünmezlerdi.
adamın yapacak başka işi mi varki.kürşat gibi tiplerin siyaseti bırakabilmeleri imkansız, burda kendilerine bir hayat kurmuşlar ve dışarıda ne kadar sıradan kalacaklarını biliyorlar. sıradanlık işlerine gelmiyor, illa özel olmaları gerekecek bu tiplerin,vazgeçilmez olmayı isteyecekler.her neyse bu acı vesileyle şefte olur zaten hiç bırakamaz.
diğer taraftan samsun’un bitemeyeceğine olan inancından dolayı kutluyorum seni ibo ancak samsun’un örgütlenme hızı iskandinav soyunun üreme hızı gibi artık ve hızlı bi göçmen dalgası var:)))
bi odtü’dür sürüyor. bi bitirsinler bakalım okulu, bu kadar çapsız bir partiye ne verecekler o zaman anlaşılır.