Bir ada hikayesi birbirinin devamı olan üç kitaptan oluşuyor.
Geçenlerde Yaşar Kemal bir söyleşide dördüncü kitaba başladığını
söylemiş. Ben baştan beri Yaşar Kemal’in hikayeyi dört kitap olarak
planladığını düşünüyorum çünkü kitapların arka kapağında elimizdeki
kitabin 4 kitaplik serinin kacinci kitabi oldugu yolunda bilgi var.
Hikaye ile roman arasindaki fark cok net olmasa da genelde uzunluk
uzerinde hem fikir olunur. Bir ada hikayesi uzunluk kistasina gore hic
de kisa sayilmaz. Ilk 3 cilt 1500 sayfaya yaklasiyor. Tahmin ediyorum
yasar kemal olaylarin gectigi donemin kisaligindan yola cikarak hikaye
demeyi tercih etmis. Hikayenin basi ile sonu arasindaki zaman dilimi
3. Kitabin sonu itibariyle 1 yili bulmuyor.
Hikaye savastan su ya da bu sekilde zarar gormus ve genelde canini zor
kurtarmis insanlarin adada savasin adeta anti tezi diyebilecegimiz bir
hayat kurmasini konu aliyor. Oyle bir hayat ki thomas more un yine
bir adada gecen utopyasini aratmiyor.
Hikaye Kitabin en onemli kahramanlarindan, 20 li yaslarinin basindaki
poyraz in adaya gelisi ile basliyor. Poyraz sarikamis felaketinden
canli olarak kurtulmus, dogu cephesinde savasmis, savasin sivilleri de
etkileyen kirli yuzune yakindan tanik olmus bir istiklal savasi
gazisidir. Daha sonra adaya baska gazi ler de gelir. Fakat savasin tek
magduru gaziler degildir. Zorunlu goce tabi tutulan rum ve turkler,
anadolu da es ve cocuklerini yitirip ac bilac kalmis kadinalr, adanin
eski sahipleri, asker kacaklari da ada ahalisinin diger bilesenlerini
olusturur.
Yeni Adalilarin basaracaklarina akillari yatmasindan sonra yeni bir
hayat kurmalari cok zor olmaz. Poyraz gibi becerikli ve para sahibi
olanlar adaya yer lesenleri rhati icin butun kaynaklarini seferbeer
ederler. Ayrica adanin hemen karsisindaki kasabanin nufuzlu
sayilabilek kisileri de yardimlarini esirgemez.
Yasar kemal diger romanlarindaki gibi
Cevrenin ve yasananlarin tasviri konusunda ayrintili anlatimlardan
kacinmamis. Yeni donem edebiyat eserlerinin hizli gelisen olay
orgusune alisik okuruna zaman zaman tempo dusuk gelebilir fakat ysar
kemal romanlarinin estetigi tamda bu tasvirdeki ayrintilarda yatiyor.
Hatta estetigin otesinde bu eserinde kemal sanki bak iste hayat senin
farketmedigin veya onemsemedigin bir cok ayrintiya sahip dmek istemis.
(ve bu farkli kesitleri ile gorebildgin hayatin bir kesiti de doganin
her bir zerresinin guzelligi.)
Hikayenin en onemli karakteri diyebilecegimiz poyraz savasin en igrenc
yuzune tanik olmus hatta zaman zaman gonulsuzce de olsa vahsertin
uretimine dolayli olarak katkida bulunmus. Poyraz adadaki hayatin
kurulmasinda sanki gunahlarinin bedelini odyurcasina en etkin rolu
ustleniyor. Adada savastan etkilenmemis ve nefret etmeyen tek bir
insan yok. Bu nefret onlara yeni hayati kurmak icin gerekli enerjiyi
veriyor. Yasadiklari felaket onlara anti rehber oluyor. Yapmalari
gereken icinden ciktiklari savastakinin tam tersi bir tutum olmak.
Hikaye boyunca kemal savasa da dostluk kadar yer veriyor. Biri olmadan
digerinin tam olarak kavranamayacagina dikkat cekmek istercesine ve
onumuze aslinda gayet acik olan 2 secegi koyuyor: ya dayanismaci bir
ruhla birlikte yasayacagiz, ya da birbirimizi yiyecegiz. Kemal in
secim konusunda onerisi de gayet acik; Gecenlerde bogazici univ
kendisine verdigi fahri doktora vesilesiyle yaptigi konusmada dedigi
gbi: “benim kitaplarimi okuyan
Bir kimsenin savastan yana tutum almasi mumkun degildir”
dörtlemenin ilk üç kitabını okuyalı 7 sene oldu olacak.son satırları dışında da olay örgüsünü tam manasıyla hatırladığım söylenemez.o son satırlarıda üçüncü kitabın adı olan “tan yeri horozları” tamlaması içinde geçtiği için hatırlarım.
hangi olay hangi kitapta cereyan etti karıştırı durumdayım ve okumuş olduğum üç kitap da bana ait değildi. ya afla çıkan gerillalarla özgürlüklerine kavuştular ya da hala pkk siirt kapalı cezaevi kütüphanesinde tozlanmaktalar.
ama, poyraz’ın yolculuğunu, yol boyunca dinlediği hikayeleri,yaşadığı ve tanık olduğu dramları unutamam.özellikle yezidilere ayrılmış olan bölüm ve sanırım ney ya da kaval çalan adamın hikayesi harikuladedir.ben poyraz’ın yolculuğunu bi nevi anabasis”onbinlerin dönüşü” nün 20.yy versiyonuna benzetirim.
bu arada romanda ısrarla sarıkamıştan kurtulan 3-5 kişi olduğu söylenegelir her yüz sayfada bir. poyraz, vanlı ermeni subay ve hikaye içerisindeki diğer bazı kişilerle birlikte bu sayı aşılır.okurken bana komik gelmişti bu durum.
bi de üçünkü kitap biraz zorlamıştı beni.y.kemal’in sürekli tekrarladığı sahneler vardır. üçlemede göze çarpan örneği ise kişi ya da kişilerin adaya geliş şekli.güverteden yatak odasına kadar yaşanılan süreç her birinde aynı.ada kalabalıklaştıkça yorulur olmuştum aynı betimlemelerden.
o zamana kadar okumuş olduğum en geniş, en derinlikli romanlardan biri idi “bir ada hikayesi”. tek şansızlığı hemen ardından “savaş ve barış” ı okumamdır.
“mağrur olma sultanım,senden büyük allah var”, demi ama.
savaş ve barış benim şimdiye kadar okuduğum en iyi roman. neye göre en iyi roman dersen:
1- Karakterlerin duygulanımları çok iyi aktarılıyor.(sankim gercek)
2- Olaylar çok iyi aktarılıyor.(sankim gercek)
3- Karakterler çeşit çeşit. Envai çeşit insan var.
4- bir felsefesi var ve bu felsefe cok buyuk.
Ben dostoyevski, tolstoy kiyaslamasini cok severim(karsilastirmali edebiyat boyle bir sey mi oluyor?). bence dostoyevski’de insana çok değer veriliyor. insan her şeyin merkezinde ve olumlu da olumsuz da olsa bir değiştirme gücü var. öyle bir güç ki bireyler her şeyi belirleyebiliyor.
tolstoy’da ise güç tarihin akışında ve topluluklardadir. savas ve baristaki Kutuzov karakteri bu bakis acisini cok iyi yansitir. genc subaylar(ki bunlara dosto cu diyebiliriz) kazanacaklari zafer ile haril haril tarih yazmaya ugrasirken, daha ust rutbeli olan Kutuzov uyumayi tercih eder.
gariptir; okuduğum en büyük roman karamazof kardeşlerdir.O.pamuk’da onu hem 1000 yılın kitabıdır diyip yücelterek hem de romanın çekirdeğini oluşturan “paşa” hikayesini copy/paste’den hallice “kara kitap” ın çekirdeğine oturtarak beni desteklemektedir.
hazır y.kemal ve o.pamuk konumuzken belirtmeden geçemeceğim.
y.kemal biraz tolstoy; o.pamuk da bariz dostoyevski’dir.
tolstoy’u 4 madde de çok iyi özetlemişsin. hikayenin iki büyük kent ve iki büyük ulusu ne denli derinlikli anlattığı ortadadır. nerden baksan ondan fazla ana karakter, napolyon ve kutuzof dahil yığınla gerçek karakter, geçen on yıllar, fransız atlıları, moskof yangını.
romanın nedense “pink floyd” katında değerlendirilmesi de bundandır belki. barda, okulda konuşursun arkadaşınla; sorar sana beatles mı yoksa rolling stones mu.madonna mı m.jackson mı yoksa elvis mi.hangisi en büyük. dersin ki beatles en büyük. o der m.jackson falan. sen dersin ki jackson şunu bunu yapmış mı. yapmamış ama beatles şunu bunu yapmış mı der o da .tartışma sürer gider. pink floyd’un adı bile geçmez. sorunun içerisinde bile yoktur adı.onun adı ancak sadece konu kendisi iken geçer.o en büyük, en erişilmezidir sanki, kıyaslanmaz; bu yüzden de kategori dışı kalır.haliyle de yadsınır, seçenekler içerisine dahi giremez.
savaş ve barış da biraz öyle. bu görkemli kitap herhangi bir edebiyat çevresince suç ve ceza’nın, ses ve öfke’nin ya da ulysses in vs. çevresinde dolaştırılmaz bile.kategori dışıdır.
gelelim karamazof kardeşlere. bir kent, bir baba üç kardeş, 900 sayfa roman.bu malzemeyi engin geçtan’a verseler 5 sayfa sonra tüketir kelimeleri, bize de varoluşsal zırvalamalarını hazmetmek kalır.
hani bi şeyler eksik kalır hep.savaş ve barış da dahi, dünyamız o kadar genişken bile nikolay ile züppe gencin aynı sahra çadırında yan yana tedavi edilebilme rastlantısalllığını zorlama bulabiliriz de karamazof da 900 sayfa boyunca insanlık hallerinin birbirini hiç bir an tekrar etmeyen mucizevi serüvenine tanıklık ederiz.tek bir duruşmanın 150 sayfa boyunca süren iddia ve savunmasını renkten renge girerek okuruz.
tüm bunları nefret edilesi bir yaşam sürmüş, ırkçı, hastalıklı,kumarbaz,yalancı bir insanın yaratmış olmasına ise aklımız ermez.
popüler kültür tolstoy gibileri dışlar.geniş dünyaların kalabalık ve iç içe geçen yaşamlarından ziyade, tek tek bireylerin hikayesine teşnedir. o hikaye ne denli derin ve ne denli karmaşık ise hikaye de o derece başarılıdır. dostoyevski’nin en büyük yazar olarak görülmesi de bundandır.
bi de insanlar hemingway gibi ispanya iç savaşına katılmanızı, tolstoy gibi tüm paranızı köylünüze dağıtmanızı umursamaz; eğer kumar oynayıp kadınlarla gününüzü gün ediyor ve insanlara nefret kusan açıklamalar cebinizde o kent bu kent geziyorsanız umursanır, büyük sanatçı sayılırsınız.
işte bu yüzdendir ki dostoyevski’den nefret ederim.
aynen de boyle dusunuyorum:
“popüler kültür tolstoy gibileri dışlar.geniş dünyaların kalabalık ve iç içe geçen yaşamlarından ziyade, tek tek bireylerin hikayesine teşnedir. o hikaye ne denli derin ve ne denli karmaşık ise hikaye de o derece başarılıdır. dostoyevski’nin en büyük yazar olarak görülmesi de bundandır.”
yahu biz eskiden kendi çapımızda sunumar / sohpetler
yapmaya çalışıyorduk yine yapsak ya… misal bu konular benim hiç fikrim olmayan konular…